Sınıf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sınıf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Mart 2017 Pazartesi

Kompozisyonu Nasıl Yazmalı

Ali Çiçekli'nin Kompozisyon Kılavuzu adlı eserinden alıntıdır:

KOMPOZİSYON ÖĞRENİMİ GEREKLİ Mİ

Kompozisyonu öğrensen ne olacak, öğrenmesen ne olacak? Öğrenmekle ne kazanmış, öğrenmemekle ne yitirmiş olacaksınız? Kompozisyona çalışacak kişinin her şeyden önce bu soruyu, kendi kafasında, yüreğinde aydınlığa kavuşturması gerekir. Kompozisyonun gereğine, yararına inanmayan birinin kompozisyona çalışması ya da böyle birine kompozisyon öğretmeye çalışmak boşuna bir çabadır. Çünkü öğrenemez, öğretilemez. «Gönülsüz aş, ya karın ağrıtır ya baş.» Onun için her şeyden önce uğraştığı işin gereğine, yararına inanmalı insan.
Birçoklarına göre iyi kompozisyon yazmak için «edebiyatçı» olmak gerek. Edebiyatçı olmayanlar, hele de «fenci» olanlar doğru ve güzel yazı yazamazlar, yazmaları da gerekmez. Giderek fen dallarında öğrenim yapanların ya da yapacak olanların kompozisyon öğrenmeleri gereksiz, örneğin lise fen kolundan kompozisyon dersi kaldırılmalıdır!..

Bir doktorun, bir mühendisin, bir yargıcın... bir yere gönderecekleri bir yazıyı yazdırmak için çevrelerindeki bir edebiyat öğretmenine, bir «edebiyatçıya başvurduklarına, biz edebiyat öğretmenleri çok tanık olmuşuzdur: «hocam, sen edebiyatçısın, daha güzel yazarsın, şunu yazıver.» Yaygın mantık bu işte.

Bunlar hep kökünden yanlıştır. Mesleği ve uğraştığı iş ne olursa olsun, herkes, günlük yaşantısı içinde birtakım yazılar, metinler yazmak zorunda kalır. Mektup yazar, dilekçe yazar, rapor yazar, tutanak yazar, ilân yazar... Bunlar hep birer kompozisyondur. Ve iş başa düştüğü zaman, bunları yazdırmak için bir adam aramak, okur yazarlığı olan bir adam için ayıptır.
Öte yandan her yazı, bir amaca ulaşmak, umduğun bir sonucu elde etmek için yazılır. Bir mektupla birisini bir şeye inandırmak istersin, bir dilekçe ile bir makamdan bir şey koparmak istersin, bir yönetim kurulu raporu ile aklanmak ve delegelerin oylarını almak istersin... Ne dediği belli olmayan; imlâsı, anlatımı bozuk; dile getirdiği duygular, düşünceler, olaylar, ayrıntılar tutarsız; kısaca neresinden baksan dökülen bir yazı ile amacın gerçekleşmez, umduğunu elde edemezsin. Umduğunu elde edebilmen için yazdığın yazının, okuyanı ya da dinleyeni etkilemesi, inandırması gerekir.

İşte kompozisyon, bir gün herkesin karşısına çıkacak böyle bir yazıyı yazma ustalığını elde etmek için öğrenilir, öğretilir. Bunun için herkese, her zaman gereklidir, herkes için de yararlıdır.
Buna yürekten inananların kompozisyon öğrenmeye dört elle sarılmaları gerekir. İnanmayanların ise inanmaları, inandırılmaları kompozisyonda başarının ilk koşuludur, inanmadan olmaz.

Kompozisyonun genel olarak, herkes için söz konusu olan bu gereğinden ve yararından başka, özellikle öğrenciler için bir önemi daha vardır: Öteki derslerde, özellikle de edebiyat grubu ve sosyal bilgi derslerinde başarı da geniş ölçüde kompozisyondaki başarıya bağlıdır. Çünkü ders kitaplarındaki her konu bir kompozisyondur. Kompozisyondan zayıf bir öğrenci bu konuları gereği gibi okuyup anlayamaz, öğrenilenlerin sözlü olarak anlatılması, sınav ve ödev kâğıtlarına yazılması da bir tür kompozisyon yazmaktır. Kompozisyondan zayıf olan öğrenci, bu yüzden öteki derslerin sınav ve ödevlerinden de başarı gösteremez.

Ayrıca aslında doğru olan bir bilgi, yanlış anlatılmışsa artık ona «doğru» denemez. Ancak doğru anlatılmış bilgiler doğru sayılabilir. Eğer yanlış anlatılmış bilgiler, aslında doğru diye doğru sayılıyorsa bu, değerlendirmeyi yapanın ihmalinden değilse hoşgörüsündendir. Zaten okullarda görülen gerçek durum da budur: Kompozisyondan zayıf öğrenciler, genellikle öteki derslerden de zayıf oluyorlar.
Kısaca neresinden bakarsak bakalım, inanmak gerekir ki kompozisyon çok önemli, gerekli, yararlı bir derstir.

Kompozisyonda herkes başarı gösterebilir mi
«Kompozisyonda başarı», aslında geniş kavramlı bir sözdür. «Başarı» ama ne ölçüde bir başarı? Büyük yazarların romanları, öyküleri (hikâyeleri), fıkraları, makaleleri, gezi yazıları, mektupları, söyleşileri (sohbetleri), eleştirileri (tenkitleri)... büyük ozanların şiirleri, hep seçkin kompozisyonlardır. Bu ölçülerde yüksek sanat değeri taşıyan kompozisyonlar yazmak, her babayiğidin harcı değildir ve elbet herkes bu ölçülerde başarı gösteremez. Bu anlamıyle, yazılanların birer sanat eseri, yazanların da birer sanatçı olmaları sözkonusudur. Bu, artık anasından yetenekli doğmuş, böyle bir sanat ortamında eğitilmiş, yazma yeteneğini sürekle çalışmalarla geliştirmiş, dünya görüşünü ve sanat anlayışını sağlam bir kültürle kurmuş seçkin kişilerin işidir.

Sanat eseri yaratmak, sanatçı olmak... işte salt çalışma-çabalama ile öğrenilemeyecek, öğretilemeyecek olan budur. Denizi sevmek, bir doğa güzelliği karşısında derinden duygulanmak, insanların sorunlarını dert edinip uykuları yitirmek, bir spor dalında şampiyon olmak... nasıl herkese öğretilmezse, buda öyle. Onun için kompozisyon öğrenimi gören, kompozisyona çalışan herkesten bu tür bir başarı beklenemez. Bekleyen de yok.
(Burada bir parantez açalım: Bizim gibi halkının büyük çoğunluğu yoksul, yüzde altmışından fazlası okul yüzü görmeyen bir ülkede kimin böylesine bir sanatçı-yazar olacağı hiç belli olmaz. Yoksulluktan, çaresizlikten eli kalem tutmayan insanlarımız arasında kimbilir kaç tane büyük sanatçı vardır? Fırsat verilse kimbilir kaç kişi böyle bir sanatçı olacaktır? Fırsat verilmedikçe, gününde tanınmış, ün yapmış sanatçılara hiçbir zaman ülkenin en büyük sanatçıları gözü ile bakılamaz. Bunun için kompozisyon öğrenimi görenler, kendilerini küçümsememelidirler. Yarının büyük sanatçıları, yazarları da onların arasındadır. Hattâ okul sıralarında kompozisyon dersinden hep kırık alan bir öğrenci iken sonradan büyük yazar olanların sayısı az değildir. Bu da günün kompozisyon öğretiminin ne denli başarılı olduğunu gösteren ölçülerden biridir. Onun için «ben yazar mı olacağım?» demeyin, evet belki siz büyük bir yazar olacaksınız.)

Bu nitelikteki sanat eserlerinin bile herkesin öğrenebileceği yanları vardır: Sanat eserlerinin de biçimi, tekniği öğrenilebilir ve öğretilebilir. Usta bir sanatçınınki gibi olmasa bile herkes ölçülü kafiyeli sözler (manzumeler), öyküler, mektuplar, röportajlar... yazabilir. Olsa olsa bunlar, tekniği bakımından doğru fakat özü ve anlatımı bakımından bir sanat değeri olmayan yazılar olabilir. Bu kadarı da öğrenilebilir.

Kaldı ki kompozisyon öğretimindeki genel amaç, öyle ahım şahım sanat eserleri yaratmak, sanatçılar yetiştirmek değildir.
Daha çok günlük yaşantı içinde yazmak zorunda kalacağımız yazıları doğru, açık, düzenli, özlü ve yalın (sade) biçimde yazmayı öğretmektir. Yani doğru cümle, noktalama, imlâ, paragraf gibi biçimsel özelliklerle bu biçimin içine yerleştireceğimiz düşüncelerimizi, duygularımızı, bilgilerimizi, anlatacağımız olayları, göstereceğimiz örnekleri, belgeleri, kanıtları, yapacağımız açıklamaları düzenlice, özlü ve tutarlı olarak anlatmayı öğretmektir. Bunun da öğrenilemeyecek, öğrenmesi güç olan bir yanı yoktur. Herkes güzel sesli olmaz ama herkes türkü öğrenebilir, herkes şampiyon yüzücü olamaz ama yüzmeyi öğrenebilir, herkes Mimar Sinan olamaz ama mimarlık okulunu bitirip bir yapının projesini çizmeyi öğrenebilir... Bunun gibi, herkes sanat-edebiyat değeri olan büyük eserler yaratamaz ama anlatacağını doğru anlatmayı öğrenebilir. «Kompozisyonda başarı» ölçüsü de budur.
Bunun için herkes yanlışsız kompozisyon yazmayı öğrenebilir ve herkes kompozisyondan başarılı olabilir.

Kompozisyon nedir, ne değildir
«Kompozisyon» sözcüğü, Türkçeye Batı dillerinden geçme bir sözcüktür. Sözcüğün kökü, bir şeyin bir anlık görüntüsü, ya da duruşu anlamındaki «poz» sözcüğüdür. «Durum, konum» anlamındaki «pozisyon» da bu köktendir. Gene bu kökten «kom-poz» fiili türer. «Kompoze etmek», ayrı ayrı öğeleri, parçaları, bölümleri birleştirip bir bütün meydana getirmek demektir. Meydana gelen bu bütünün adı da «kompozisyon» dur.
Bu söz, günlük dilde olduğu gibi müzik, resim, heykel, edebiyat gibi sanat dallarında da aşağı yukarı bu genel anlamı ile birer sanat terimi olarak kullanılır. Müzikte ayrı seslerden meydana gelmiş bir tablo, heykelde ayrı figürlerden meydana gelmiş bir heykel... bu sanatlarda hep «kompozisyon» adını alır. Edebiyatta da düşünceler, duygular, olaylar, tasvirler, tahliller gibi ayrıntılar, uyumlu bir bütün meydana getirecek biçimde birleştirilip bütünlenir, böylece bütünlüğü olan bir yazı yazılır. Bu yazıya da «kompozisyon» denir.

Gazetelerde, dergilerde, kitaplarda gördüğümüz tamamlanmış her yazı bir kompozisyondur. Bir makale, bir fıkra, bir deneme, bir röportaj, bir eleştiri, bir söyleşi, bir anı, bir gezi yazısı, bir öykü, bir masal, bir mektup... hep birer kompozisyondur ve kompozisyon öğrenmeye çalışanlar için de hazır kompozisyon örnekleridir. Sizin kompozisyon diye ya da kompozisyon olup olmadığını hiç düşünmeden yazdığınız her yazı da bu türlerden birine benzeyen bir kompozisyondur. Yani herhangi bir konuda, herhangi bir biçimde, herhangi bir yazıyı yazıp tamamlamışsanız, siz kompozisyon demeseniz de o gene kompozisyondur. (Kompozisyonu zayıf olan kimi öğrenciler, özene bezene kompozisyonlar yazar fakat bir türlü bir «beş» koparamazlar. Zayıflar canına tak deyince öğretmene kompozisyon yerine öfkeli mektuplar yazıp verirler. Çoğu zaman o özene bezene yazdıkları kompozisyonlar beş para etmez de kompozisyon olsun diye yazmadıkları bu öfkeli mektuplar çok daha güzel olur. Öyle ki öğretmen, o «kompozisyon»lar yerine bu mektuplara kompozisyon notu verse, çocuk iyi bir not alabilir.)

Herhangi bir konuda, ne tür olursa olsun bir yazı yazan adamın yaptığı şudur:
1. Bir konuda anlatmak istediği bir şey vardır: bir düşüncesi, aktarmak istediği bilgileri, gördüğü bir olay, gezdiği bir yer, istediği bir şey... insan bunun için yazı yazar. Diyeceği bir şeyi olmayan niçin yazı yazsın, ne yazsın?
2. Anlatmak istediğini anlatabilmek, düşüncesini ya da işleğini kabul ettirebilmek için yapacağı açıklamaları, ileri süreceği belge ve kanıtları, anlatacağı oiayları, göstereceği örnekleri vb. düşünür. «Şunları söyleyeyim, şunları söylemekten vazgeçeyim» diye kurar.
3. «Önce şunu diyeyim, sonra şunları söyleyeyim, en sonda da şunu söyleyip bitireyim» diye planlar. Girişir bir uçtan, diyeceklerini yazar, sözünü bağlayıp bitirir yazısını. Böylece yazılan bir yazı, olur bir kompozisyon.
işte «kompozisyon» budur, gözde büyütülecek başka bir şey değildir.

Biraz o eski «edebiyat» anlayışının etkisiyle, biraz da «kompozisyon» deyince gözünde bir şeyler büyütenler, onu, olağanüstü «yüksek fikirler», «romantik duygular», «şahane tasvirler, lahliller», «parlak teşbihler, mecazlar», «büyük lâflar»... yığını bir şey sananlar çoktur. Bunlara göre «kompozisyon, her şeyden önce edebî bir üslûp meselesidir». «Kompozisyon, insanı 1utup bulutların üstüne, renkli düşler dünyasına yükseltmelidir». Öyle senin benim, «köylü Memedağa'nın» ya da «dağdaki çobanın» söyleyebileceği sözlerle kompozisyon yazılmaz. Kompozisyonun günlük yaşantımızdaki konulardan, duygu ve düşüncelerden, söyleyişlerden bir üstünlüğü, bir ayrıcalığı vardır. «Ne bileyim işte, o, başka, bambaşka bir şeydir.»

Asıl bunlar saçma sapan düşüncelerdir. Kompozisyonu zayıf olanların başarısızlığı da çoğunlukla işte bundan, ya «kompozisyon» diye böyle şeyler yazmalarından, ya da böyle şeyler yazacağım diye özenip kafasını gözünü yarmadık bir şey bırak-mayışlarından ileri gelmektedir. Kompozisyonda başarıya ulaşmak için hemen yapılması gereken, bu tür özentilerden, öykünme (taklit)lerden kesinlikle vazgeçmektir. Başarmaya çalışacağınız ise bunun tam tersidir:
Kendi bildiklerinizi, kendi düşündüklerindi, kendi duygularınızı, kendi yaşayıp gördüklerinizi, kendi dilinizle (konuşuş ve söyleyişinizle), kendi buluşlarınızla anlatmak... İleride uzun uzun açıklayacağız ama şimdilik «kompozisyon» deyince asıl anlayacağınız budur.

Kompozisyon nasıl öğrenilir
Bu dediklerimizi, bu kitabı ve bu konuda yazılmış bütün kitapları aylarca çalışıp bir bir belleseniz, yutsanız, ezberleseniz acaba kompozisyon yazmayı öğrenmiş olur musunuz? Kesinlikle hayır. Çünkü kompozisyon öğrenmek, tarih öğrenmek, coğrafya öğrenmek, edebiyat bilgileri öğrenmek gibi bir şey değildir. Şoförlük öğrenmek, bisiklete binmeyi, yüzmeyi öğrenmek gibi bir şeydir. Şoförlüğü öğretmek için bir sürü kitap yazılmıştır. Ehliyet almak isteyenler önce bunları alıp bir güzel çalışırlar: Motor, trafik, direksiyon, fren, debriyaj... -Su gibi öğrenir, sorunca bülbül gibi şakırlar. Ama direksiyonun başına ilk geçişte apışıp kalırlar. Bisiklete binmek de hiç güç değildir: Ellerini frene koyar, eşeğe biner gibi allayıp ayaklarını pedallere basarsın, dengeni sağlayıp başlarsın pedalı çevirmeye. Ve yürür bisiklet... Üstündeki, daha önce hiç bisiklete binmemişse acaba yürür mü, yoksa tepe takla devrilir mi? Ama binmeden önce ne güzel anlatıyordun ne yapacağını? Yüzmek de öyle: Yatarsın suyun yüzüne, başını nefes alıp verebilecek kadar dışarda tutarsın, ayaklarını şöyle, kollarını böyle hareket ettirirsin. Bir güçlük var mı? Yok. Hadi gir bakalım, denize... Hiç kuşkun olmasın ki ilk girişte kendini suyun dibinde bulursun. Ne yapacağını ne güzel öğrendiğin halde neden kullanamıyorsun otomobili, neden yürümüyor bisiklet, neden kalamıyorsun suyun yüzünde? O iş, «bilmek» işi değil de ondan. Hepsi «yapmak» işidir. Ne yapacağını bülbül gibi söylemek değil de yapabilmek... O da ancak yapa yapa öğrenilir. Otomobil kullana kullana, bisiklet düşe düşe, yüzme su yuta yuta... Bunları öğrenmek demek alışmak demektir.

Kompozisyonda da sorun, «bilmek» değil, «yapmak»tır. Noktanın nereye konacağını öğrenmek değil yeri gelince noktayı koymak, büyük harflerin nerelerde kullanılacağını söylemek değil, oralarda kullanmak, doğru bir cümlenin nasıl olacağını sayıp dökmek değil, doğru cümlelerle yazmak... Bu da göre göre, yapa yapa öğrenilir, alışkanlık haline getirilir. Kompozisyonda da yüzmeyi öğrenmek için kompozisyonlar denizine dalmak gerekir.
Bütün her yazının bir kompozisyon olduğunu söylemiştik. Kompozisyonun denizi de işte bu yazıların bulunduğu kitaplar, dergiler, gazeteler dünyasıdır. O denize girmeden de bu yüzmeyi öğrenemezsiniz. O halde başarının yolu işte önünüzdedir:

1. Her gün bir gazeteyi gözden geçiriyor musunuz?
2. Haftalık, on beş günlük, aylık bir dergiyi izliyor musunuz?
3. Şimdi elinizde okumakta olduğunuz bir kitap var mı?

Bu sorular ne zaman sorulsa hepsine «evet» diyebiliyorsanız, korkmayın, öğrenirsiniz yazmayı. Ama bunu yapmadan, yalnızca birtakım kompozisyon bilgileri öğrenerek başarıya ulaşmak istiyorsanız bu, denize girmeden yüzmeyi öğrenmeye çalışmak demektir. Açıktır ki bu da boşuna, saçma bir çabadır. Öyle ise kompozisyonda başarının yolu işte budur: sürekli okumak, okumak, okumak, okumak...

Burada, çok sorulan bir soru vardır: Hangi gazeteyi, hangi dergileri, hangi kitapları okuyalım? Bu sorunun elbet belli ve kesin bir karşılığı olamaz. Yani herkes için «şu gazeteleri, şu dergileri, şu kitapları okursanız kompozisyonunuz düzelir» diye bir gazete, dergi, kitap adları listesi verilemez. Ancak önümüze gelen gazeteyi, dergiyi, kitabı gelişigüzel okumanın da öyle pek yararı yoktur. Onun için okunacak derginin, gazetenin, kitabın niteliği önemlidir. «Hangisini okuyalım?» sorusuna verilebilecek karşılık da budur. Nitelikli gazeteleri, nitelikli dergileri, nitelikli kitapları okuyalım. Bunu biraz açıklayalım:

1. Gazete : Burada söz konusu ettiğimiz gazeteler, «taşra gazeteleri» dedikleri küçük il, ilçe, kasaba gazeteleri ile spor, ticaret gibi belirli bir alanda çıkan gazeteler değil. Hemen hepsi istanbul'da çıkan Türkiye'nin büyük günlük gazeteleridir. Bunların da hepsi günlük politikayla uğraşır. Ayrıca kimisi bol resimli, bol dedikodulu, az yorumlu, yarım öğrenimli okur kalabalıklarına, ev kadınlarına ve genç kızlara hitabeden magazin ya da kaldırım gazeteleridir. Kimileri bir siyasî -partinin yayın organıdırlar. Kimileri de belirli bir politik akımın propagandası için çıkarlar. Bunları da izlemenin —olumsuz birtakım örnekler sağlamaktan başka— bir yararı yoktur. Bugüne bugün okunması öğütlenebilecek olan gazeteler, bunlara göre daha nitelikli olan öteki gazetelerdir: Olabildiğince ağırbaşlı, haberleri doğru yazan, fıkralara, makalelere, röportajlara yer veren günlük büyük gazeteler... «Böyle bir gazete de var mıymış?» demeyin. Eh, işte olabildiği kadar, bir oranda, ötekilere göre... işte öyle... Hiç okumadan olmaz.

Böyle bir gazeteyi her gün gözden geçirmelisiniz: İlginizi çeken haberleri okumalı, size ağır gelmeyen makaleleri, fıkraları, öteki fikir yazılarını... birer kompozisyon örneği olarak incelemelisiniz. Her gün bir gazeteyi, haberlerinin başlıklarına bir göz atarak, resimlerine bakarak, o gün hangi yazıların hangi konuları ele aldıklarına dikkat ederek şöyle gözden geçirmek bile bir kazançtır, işlerinizin en sıkı olduğu zamanlarda bile o günün gazetesine bir gözatmayı alışkanlık haline getirmelisiniz.

2. Dergi: Dergiler, haftalık, on beş günlük, aylık... yayınlardır. Tıp, kooperatif, tavukçuluk... gibi belirli dallarda çıkan dergileri özel uğraşısı olanlar okur. Kimileri de gazeteler gibi magazin, politika dergileridir. Gazeteler için söylediklerimiz bunlar için de geçerlidir. Asıl okunmasını öğütlediğimiz dergiler, sanat-edebiyat dergileridir. Bu dergilerden birini, her sayısını alarak ya da abone olarak izlemek gerekir. Bir derginin de bütün yazılarını okumayabilirsiniz. Fakat baştan sona şöyle dikkatlice bir karıştırırsanız seveceğiniz öykülere, şiirlere, eleştirilere, anılara, gezi yazılarına, bibliyografilere, sanatçılarla konuşmalara rastlayacaksınız. Bütün bunlar da kompozisyon örnekleridir. Her dergiden böyle birkaç yazı okumanız size ummadığınız yararlar sağlar.

3. Kitap: Çeşitleri sayılamayacak kadar çok kitap vardır. Resimli romanlardan yemek kitaplarına kadar... Kitaptır diye elimize geçirdiğimiz her kitabı okuyacak değiliz elbet. Kompozisyon öğretimi için söz konusu kitaplar, yazma ve çeviri roman, öykü, şiir, gezi, anı, biyografi, deneme, fıkra, mektup... gibi edebiyat türlerinden kitaplardır. Bunların da hepsinin bir sanat-edebiyat değeri yoktur. Böyle değersiz «piyasa» kitapları ile boşuna zaman öldürmemelidir. Okunacak kitaplar, yaşınıza ve düzeyinize uygun, sanat-edebiyat değeri olan eserlerdir. Bunun için şöyle ortadan bir ölçü kanulabilir: Türkçe-edebiyat derslerinizde yazılarını okuduğunuz, tanıdığınız, dergi ve gazetelerden öğrendiğiniz, yerli, yabancı tanınmış yazarların en tanınmış eserleri. Özellikle de yeni ya da günümüz yazarlarının kitapları.

İşte herkesin elinde, her zaman, okumakta olduğu böyle bir kitap bulunmalıdır. Ne zaman sorulsa «şimdi falan yazarın filân eserini okuyorum. Bundan önce falanı okumuştum. Bundan, sonra da falan kitabı okumak istiyorum» diyebilecek durumda olmalısınız.

Kitap, dergi, gazeteleri böylesine sürekli okuyan bir insanın kompozisyonda başarıya ulaşmaması olanaksızdır. Çevrenizde başarılı kompozisyon yazanlara şöyle bir bakın: Genellikle «okuyan» kişilerdir. Başarısızlar ise «okumayan»lar. Kompozisyonda en üstün başarıyı en çok okuyanlar gösterir. Böylesine okursanız, okumaya başladığınız ilk zamanlar gene başarı gös-teremeseniz bile, bir süre sonra sizdeki değişikliğe kendiniz de şaşacaksınız: Okumak, sanki bir büyülü değnektir de kafanıza, kaleminize dokununca sizi bambaşka, daha üstün bir insan yapıvermiş... Artık biliyor, düşünüyor ve rahatlıkla söylüyorsunuz. Yalnız kompozisyonda değil, genel olarak çevrenizde değer verilen, hesaba katılan bir insan da oluvermişsiniz.

Okumak, gerçekten böylesine büyülü bir şeydir. Edebiyat öğretmenlerinin anıları, bir zaman iki cümleyi yan yana getiremeyen, iki satırı yazamayan öğrencilerin bu büyülü yola girince nasıl parlayıp sivrildiklerinin öyküleri ile doludur. Onun için, genel olarak hemen her konuda, özellikle de kompozisyonda başarı için sloganımızı bir daha söyleyelim: Okuyun, okuyun, okuyun...

Kompozisyonu değerlendirirken neye bakılır
Bir kompozisyon bir bütündür, bir bütün olarak da değerlendirilir. Fakat öğrenmeyi ve yapılan yanlışların kavranmasını kolaylaştırmak için onu şöyle bölümlere ayırabiliriz: Anlamlı her şey gibi kompozisyonun da bir «biçim»i (şekil), bir de bu biçim: içinde anlattığı şey, yani «öz»ü (muhtevası) vardır. Öz ile biçim, birbirinden ayrılmış, bağımsız, kopuk iki bölüm değil, tersine birbirine bağlı öğelerdir. Asıl önemli olan ise öz'dür. Biçim, öz'ü belirlemek, ortaya koymak için gereklidir. Fakat doğru ve güzel bir öz, yanlış ve çirkin bir biçimle ortaya konamaz. Öz'ünde doğru ve güzel olan bir şey, yanlış bir biçimde ortaya konmuşsa yanlış görünür, hiç olmazsa etkisiz olur. Onun için biçim de önemsiz değildir.
Kompozisyonun biçimi deyince kâğıdın ve kâğıt üzerinde satırların görünüşünden el yazısına, imlâdan dil ve anlatıma kadar her şey anlaşılmalıdır. Kâğıdın ve satırların düzeni, yazının doğruluğu ve okunaklılığı, noktalama işaretlerinin yerinde kullanılışı, imlânın düzgünlüğü, satır sonlarında kelimelerin bölünüşü, cümlelerin ve anlatımın doğruluğu, anlatımın etkililiği... hep kompozisyonun değerini etkileyen öğelerdir.
Kompozisyonun özü deyince de anlatılan fikir ve ayrıntılar, anlaşılır: Fikirlerin, bilgilerin doğruluğu, duyguların özdenliği, olayların gerçekliği, örneklerin seçkinliği, belge ve kanıtların inandırıcılığı, tasvir ve tahlillerin canlılığı... Bir kompozisyonu değerlendiren ya da değersizleştiren asıl bunlardır. Herhangi bir eseri verecek adamın, önce, çevresine, ülkesine, dünyays ve evrene bir bildirisi olması gerekir. Vereceği ayrıntılar, yapacağı açıklamalar, anlatacağı olaylar, göstereceği örnekler, sunacağı belgeler ve kanıtlar... hep bu «bildiriliyi açık, belirgin ve inandırıcı biçimde ortaya koyabilmek içindir. Önereceği, savunacağı böyle bir şey olmayan adamın yazması, konuşması kuru gevezeliktir. Onun için bir kompozisyona doğru ve güzel diyebilmek için önce böyle doğru ve güzel bir bildirisi olması gerekir.
İşte bir kompozisyonda başarının ölçüsü, bütün bunlar ve bunlar gibi öz ve biçim özellikleridir. Şimdi bunların her birini en baştan, teker teker alıp inceleyelim ve her birinin nasıl olması gerektiğini söyleyelim.

KOMPOZİSYON KÂĞIDININ DÜZENİ
Bir kompozisyonu okuyup değerlendirecek olan, ilkin kompozisyon kâğıdının dış görünüşü iie karşılaşır ve ilk izlenimlerini bu görünüşten edinir. Temiz, düzenli bir kâğıt; doğru ve okunaklı bir yazı; ilk bakışta seçilebilen paragraflar; düzgün, başı sonu bir doğrultuda satırlar; yerli yerinde bırakılmış boşluklar... kısaca ilk bakışta sevimli bir kâğıt, kompozisyonunuzu değerlendirecek olanı baştan lehinize çevirir. Tersine kirli, düzensiz, sevimsiz, çirkin bir kâğıt, kargacık burgacık yazılar, okuyanı daha baştan sinirlendirir. Bunun da elbet başarınıza etkisi olur. ilk bakışta kâğıdınıza ısınan ve yazdıklarınızı rahatlıkla okuyabilen adam, birtakım yanlışlarınızı hoşgörü ile karşılayabilir. Tersine kâğıdınızın görünüşüne sinirlenen, yazınızı güçbelâ okuyan adam ise en küçük yanlışlarınızı hoşgörmediği gibi aslında doğru söylediğiniz birtakım şeyleri de yanlış görebilir. Bu, öğretmen de olsa kaçınılmaz, her insan için olağan, doğal bir ruh hali sonucudur. Onun için kâğıdınızın dış görünüşüne önem verin.

Kimliğiniz
Kâğıdınızda bulunması gerekli ilk bilgi, kimliğinizdir. Kâğıdınıza kimliğinizi yazarken nüfus ya da sayım memuru gibi «adı, soyadı, okulu, sınıfı, şubesi, numarası...» (nerde ise «doğum yeri, yılı, anasının adı, babasının...» diye sayılıp gidilecek!) Bu tür kalabalık lâfları tıkış tıkış kâğıda doldurmanın gereği yoktur. Sadece —onu da «adı., numarası..» diye "takdim,, etmeden— okuyanın bilmek zorunda olduğu şeyleri yazın yeter: Adınız, sınıfınız, numaranız. Bunları kâğıdınızın sol üst köşesine ortalıca (yani götürüp ta tepeye, ta sol uca, ta ortaya sokuşturmadan) düzenli bir blok halinde yazın.

Şöyle: MEHMET İŞÇİLER
2C - 585
Ya da: 2C - 585
Mehmet İşçiler

Bunu böylece yazınca sizin 2C sınıfında 585 numaralı Men- • met İşçiler adlı öğrenci olduğunuzu okuyan herkes anlar. Ayrıca «adı, soyadı, sınıfı, şubesi, numarası» demek gerekmez. Genel bir ilke olarak kâğıdınıza fazladan, gereksiz tek kelime yazmayın, tek çizgi çizmeyin, tek işaret koymayın.

Adların yazılışı ve kısaltılışı

Ad ve soyadın baş harflerinin büyük yazılacağını bilirsiniz, iki adınız varsa ikisinin de ayrı ayrı baş harfleri büyük yazılır: Mehmet Necati Öncü... Fakat soyadınız kaç kelime olursa olsun bitişik yazılır ve yalnız baş harf büyük olur: Feyzullah Çok-biliroğlu...
Adınızı kısa yazmanız gerekirse: Sadece adlar kısaltılır, soyad kısaltılmaz. Soyad ne kadar uzun olursa olsun tastamam yazılır: M. İşçiler, F. Çokbiliroğlu...
Adınız iki ise, ikisini de ya da birini kısaltabilirsiniz: M. N. Öncü... İki addan birini kısaltacaksanız kullanılmayan ya da az kullanılan adınızı kısaltır, ana babanız, kardeşleriniz, yakınlarınız sizi hangi adınızla çağırırlarsa o adınızı tamam yazarsınız. Diyelim «Necati» diye çağırıyorlar, Mehmet de göbek adıdır ve pek kullanılmıyor. O zaman «M. Necati Öncü» diye kısaltılır. «Mehmet» deniyor da «Necati» kullanılmıyorsa: «Mehmet N. Öncü» diye kısaltılır.
«Orijinalite» olsun diye ad ve soyadlarının baş harflerini küçük yazanlar ve soyadlarını kısaltanlar da vardır. Bile bile bu kurallara uymayanlar için denecek bir şey yoktur. Bu düzeyde, şu ya da bu biçimde yazmış olmak önemli de değildir.

Sınıfın yazılışı
Sınıf rakamla, şube de büyük temel harfle yazılır (küçük temel harfle yazılmaz). Rakam «2C» olabileceği gibi roma rakamı da olabilir: «IIC»... Fakat el yazısı ile roma rakamlarını herkes düzgün ve güzel yazamaz, yazamayınca da çizgilerle rakamlar birbirine karışır ve çirkin bir şey olur. Onun için roma rakamları kullanmayın siz. Dümdüz «2C» gibi yazın.
Sınıf yazılırken rakam ile harf arasında hiçbir işaret konmayabileceği gibi bolü işareti de konabilir: 2/C, ll/C... Fakat bölü işareti düzgün konmayınca da çizgilere ve rakamlara karışıyor. Onun için nokta koymak ya da hiç işaret koymamak en uygunudur.

Tarih
Kâğıdın sağ köşesine de gene ortalıca kompozisyonu yazdığınız günün tarihi yazılır. Kâğıdınıza uzaktan bakınca sol köşede kimliğiniz, sağ köşede tarih simetrik olarak görünür.

Gün
Ayın kaçıncı günü ise önce o yazılır. Gün, bildiğimiz, her gün kullandığınız rakamlarla gösterilir: 1. 2. 5. 14...31. Gün, hiç bir zaman roma rakamları ile yazılmaz.

Ay
Ay, günden sonra, rakamla ya da yazı ile yazılır: 15.4.1972 ya da 15.Nisan.1972... Yalnız aylar roma rakamları ile de yazılabilir: 15.IV.1972 gibi. Fakat, dediğimiz gibi, roma rakamlarını çok düzgün yazmak ve el yazısında rakamların altına üstüne birer yatay küçük çizgi koymak gerekir. Çizgileri biraz kalabalık olduğundan roma rakamlarını herkes düzgün yazamıyor. Aslında ille gerekli de değildir. Bunun için burada da roma rakamlarını kullanmamanız daha iyi olur.

Yıl
Aydan sonra da yıl yazılır. Yılın tarihini «1972» diye tam olarak yazmak gerekir. Kimilerinin yazdığı gibi «972» ya da «72» diye eksik yazmak yanlıştır. Ama bu, kimi özel yazılarda, yer darlığı, acelecilik vb. durumlarda öyle üzerinde durmaya değer bir yanlışlık da sayılmaz.

Araya konacak işaretler
Gün, ay ve yılı gösteren rakamlar arasına nokta ya da bölü işareti konur: 15.4.1972 ya da 15/4/1972... Böyle nokta konduğunda «1972 yılının, dördüncü ayının, on beşinci günü», bölü işareti konduğunda da «1972 yılında 4. ay, 4. ayda 15. gün» demek olur. Bunların yerine çizgi, eşit, virgül gibi aklınıza esen işareti koymayın. Her işaretin bir anlamı vardır. Anlamlarına göre belirli işaretleri belirli yerlerde kullanmaya alışmak gerek. Bir yerde hiçbir anlama gelmeyen ya da «15=4, o da eşittir 1972» gibi gülünç bir anlam veren işaretler kullanmamalı. En sadesi, gün, ay ve yıl arasına nokta koymaktır.

Dersin adı
Kimlikle tarihin tam ortasına, ya aynı çizgi üzerine ya da bir çizgi aşağıya dersin adını ve ödev mi, sınav mı olduğunu yazınız: KOMPOZİSYON ÖDEVİ ya da KOMPOZİSYON SINAVI. Bunu büyük temel harflerle yazmanız daha uygun olur. Renkli kalemle de yazabilirsiniz. Fakat kuyruklu kulaklı «acayip» harflerle yazmamaya dikkat edin.

Çizgi
Kompozisyon kâğıdının başına, yazı yazacağınız ilk satırdan son satıra kadar, yukarıdan aşağıya bir çizgi çizmek âdet olmuştur. Bu çizgi, hem başta bırakmanız gereken boşluğu ayırmaya yarar, hem de kâğıdınızın görünüşünü güzelleşîirir. Bu çizgi normal boyutlu bir dosya kâğıdında beş santim içerden çizilmelidir. Daha az boşluk, hem kâğıdın görünüşünü çirkinleştirir, hem de öğretmenin yanlışlarınızı göstermek için yazacağı yazılara yetmez.
Çizgiyi üstte kimliğinizin bir ya da iki satır altındaki çizgiden (kimliğinizi ortalayacak biçimde) başlayıp altta kâğıdın son çizgisine kadar çizerseniz görünüşü daha güzel olur. Ayrıca bu çizgi, tek bir kalın çizgi, ikisi de ince ya da biri kalın biri ince bitişik çift çizgi olabilir.

Konu
Kâğıdınızı bu biçimde hazırladıktan sonra, öğretmenin verdiği konu, onun ağzından çıktığı gibi, kâğıdın başına yazılır. Konuyu yazmadan önce de dersin adını yazdığınız satırdan sonra bir satır atlayın, o satırın başına küçük temel harflerle «Konu» diye bir küçük başlık yapıp iki nokta üstüste işaretini koyun. Bu başlıktan sonra konuyu kendi günlük el yazınızla yazın.

Başlık
Konuyu da böylece yazdıktan sonra bir satır atlayın (boş bırakın). Kompozisyonunuzun başlığını ondan sonraki çizgiye yazacaksınız. Başlık, yazdığınız yazının özel adıdır. (Bir yazıya en uygun başlığın nasıl konacağını ileride göreceğiz.) Adsız, başlıksız yazı olmaz. Her yazının başlığı yani adı, o yazının özel adı yani «özel isim» olduğundan ya her kelimesinin baş harfi büyük yazılır, ya da hepsi büyük temel harflerle yazılır. Eğer yazınızın içinde bir de ara başlıklar varsa bu asıl başlık ötekilerden ayrı bir yazı çeşidiyle yazılır. Diyelim ki kompozisyonun asıl metnini bitişik el yazısı ile yazıyorsunuz, ara başlıkları küçük temel harflerle, ana başlığı da büyük temel harflerle yazabilirsiniz. Fakat başlığı her halde uzaktan bakınca seçilebilir biçimde yazmalısınız. Bunun için yerine göre renk, koyu harfler, italik harfler, değişik büyüklükte harfler kullanabilirsiniz.

Paragraf başları, satır başları ve satır sonları
Bir sayfada satırlar düzgün bir blok biçiminde görünmelidir. Bu blokun görünüşünü ince dişli bir testerenin görünüşüne benzetebiliriz: Satır başları testerenin sırtı gibi, satır sonları da testerenin ağzı gibi düz görünür. Satırları istediğimiz yerden başlatmak elimizde olduğundan hepsini aynı doğrultuda, dümdüz bir çizgi üzerinde yazabiliriz. Fakat heceleri bölmemek zorunda olduğumuzdan, satırları istediğimiz yerde bitiremeyiz. Bunun için de satırlar birbirinden bir iki harf uzun ya da kısa olabilirler. Ama işte o kadar, daha fazla da değil. Gene uzaktan bakınca satır sonları da, satır başları gibi olmasa bile hiç olmazsa testerenin ağzına benzeyen tırtıllı bir çizgi görünüşünde olabilir.
Paragraf başları, orta uzunlukta bir kelimenin sığabileceği kadar içerde olmalıdır. Bakınca paragraf başları da aynı çizgi üstünde görünmelidir.
Kısaca bir sayfaya şöyle karşıdan bakınca satır başları ve sonlan dümdüz görünmeli, kaç paragraf olduğu iyice seçilmelidir.

Boşluklar
Satırların arasında, satır sonlarında, satır başlarında, sayfa altlarında bırakılan gereksiz boşluklar, sayfanın görünüşünü çir-kinleştirir, sevimsizleştirir. Çizgili kâğıda yazıyorsanız satır başlarını, satır sonlarını, paragraf başlarını görünmez çizgiler çizerek belirleyin. Çizgisiz kâğıda yazıyorsanız kâğıdınızın altına bir çizgili kâğıt koyun.
Satırların başında beş santimlik bir boşluk bırakacağınızı söylemiştik. Satır sonlarında ise bir santimden fazla olmayan dar bir boşluk kalabilir. Ayrıca yazacağınız az da, kâğıtta boşluk kalacaksa bu, altta değil, üstte kalmalıdır. Özel bir kaygı yoksa sayfanın üst yanında kalan boşluklar göze hoş görünür, fakat alttaki boşluklar kâğıdınızı çirkin gösterir. Onun için yazacaklarınızı tıkış tıkış sayfanın üstüne tıkıştırıp alt yanı bomboş bırakmayın.